geyikçeliler dostluk platformu
  Fatsalı Köşe Yazarımızdan
 
v
  ORMAN PERİSİNİN GÜLLERİ
 
2008-05-09
MEHTAP DANIŞIR
mehtapdanisir@mynet.com

ORMAN PERİSİNİN GÜLLERİ



Yemyeşil ağaçlarla kaplı ormanın birinde genç bir peri yaşarmış. Bu peri çiçeklerden en çok gülleri severmiş. Evinin bahçesinde renk renk güller yetiştirirmiş. Bu güller o kadar taze ve güzellermiş ki gören herkes perinin güllerine hayran kalırmış. Peri de güllerini çok sever, her sabah onları hem sular hem de onlarla konuşurmuş. Genç peri gülleriyle çok mutluymuş, ama onu üzen bir durum varmış. Peri güllerini çok sevdiği için onların solmalarına dayanamazmış. Güllerin bir süre sonra solması çok doğalmış, fakat genç peri güllerinin solmasına çok üzülüyor, güllerinin hep ilk günkü gibi taze ve diri kalmalarını istiyormuş. Kendi kendine “güllerim hep böyle güzel kalsa! O zaman hiç mutsuz olmam.” diyormuş. Bir sabah çiçeklerini yine sularken perinin dikkatini sarı renkte bir gül tomurcuğu çekmiş. Bu tomurcuk da diğer gül tomurcukları gibi pek güzelmiş. Fakat rengi diğerlerinden apayrıymış. Çok daha güzel ve değişik bir tondaymış tomurcuğun rengi. Bu yüzden, genç peri sarı tomurcuğa daha özenli bakmaya başlamış. Her sabah ona “küçük sarı tomurcuk büyüyecek, kocaman güzel bir gül olacak” diye güzel sözler söylüyormuş. Tomurcuk da bunu anlıyormuş gibi günden güne daha da güzelleşerek büyümüş. Kocaman bir gül olduğunda ise bahçedeki diğer güllerin arasında tıpkı gökyüzündeki güneş gibi ışıldıyormuş. O kadar güzelmiş ki onu görenler sarı güle bakmaya doyamıyorlarmış. Peri de bunun farkındaymış ve çok mutluymuş. Fakat sarı gülün de bir gün solacağını bildiği için, içten içe bir üzüntü duyuyormuş. Aradan bir gün geçmiş, bir hafta geçmiş, bir ay geçmiş. Bu süre içinde bahçedeki bütün güller solmuş, yerlerini yeni tomurcuklara bırakmışlar: güzel, sarı gül dışında! Bir ay geçmesine rağmen sarı gül solmamış, benzersiz güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş. Peri ilk başta bu işe çok şaşırmış fakat yine de sevinçliymiş. Çünkü güllerinin en güzeli solmamış. İyi yürekli peri, her gün onu evinin penceresinden seyrediyor, onu özenle suluyor, ona güzel sözler söylüyormuş. Gel zaman git zaman; peri, bu işten sıkılmaya başlamış. Sarı gül hiç solmuyormuş, fakat bu periye artık mutluluk vermemeye başlamış. Çünkü peri sarı güle dair hiçbir umut taşımıyormuş içinde. Önceden gülleri solduğu vakit, yeni tomurcukların ne zaman çıkacağını merak ederek onlarla sabırla ilgilenir, umutla güllerinin açılacağı zamanı beklermiş. Fakat şimdi sarı gül hiç solmadığı için böyle düşünceleri kalmamış. Bu da periyi bir zaman sonra mutsuz etmiş. Yetiştirdiği güllerinin solmamasını isteyerek ne kadar yanlış düşündüğünü anlamış. Her şeyi doğal haliyle sevmek en güzeliymiş. Bu yüzden o günden sonra orman perisi, doğadaki her şeyi olduğu gibi kabul etmeye karar vermiş. Orman perisi uzun yıllar, bahçesinde yetiştirdiği güllerle beraber evinde mutlu bir hayat sürmüş.
2008-06-29
MEHTAP DANIŞIR
mehtapdanisir@mynet.com

Onu Unutamadım

Hayatta her şey insanlar için , bir gün çok sevdiğimiz insanları tanıyamayacağımız bir duruma düşer miyiz bilinmez ama umarım asla ve asla sevdiklerimiz tarafından unutulmayız. Tıpkı aşağıdaki küçük hikayecikte başrolü oynayan amcanın yaptığı gibi.
Yaşlı bir bey, sabah erken evinden çıkmış yolda ilerlerken, bir
bisikletlinin kendisine çarpması ile yere yuvarlanmış ve hafif yaralanmış.
Sokaktan geçenler, yaşlı adamı hemen en yakın sağlık birimine
ulaştırmışlar.
Hemşireler, adamcağızın yarasına pansuman yapmışlar, ama 'biraz
beklemesini ve röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlak olup
olmadığını inceleyeceklerini söylemişler. Yaşlı adam huzursuzlanmış ve acelesi olduğunu, tetkik istemediğini söylemiş.

Hemşireler merakla acelesinin sebebini sormuşlar. Adamcağız da: "Karım
huzur evinde kalıyor, her sabah onunla kahvaltı etmeye giderim, geç kalmak istemiyorum." demiş.

"Karınızın, siz gecikince merak edeceğini düşünüyorsunuz herhalde." Demiş bir hemşire. Adam üzgün bir ifade ile "Ne yazık ki karım alzheimer hastası ve benim kim olduğumu bilmiyor." demiş.

Hemşireler hayretle: "Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor, neden her gün onunla kahvaltı yapmak için koşturuyorsunuz?" demişler.

Adam buruk bir sesle "Ama ben onun kim olduğunu biliyorum." demiş.

SEVDİKLERİNİZİN KİM OLDUĞUNU ASLA UNUTMAMANIZ DİLEĞİYLE

2008-06-14
MEHTAP DANIŞIR
mehtapdanisir@mynet.com

Kim Daha Dost
Çok samimi iki dost ve arkadaşlardı. Fakat bir tanesi çok kurnaz , atılgan ve hareketli, diğeri ise çok saf , dürüst ve sessizdi.

Bir gün kurnaz olan arkadaş , diğer arkadaşın yanına giderek işlerinin bozulduğunu söyler ve kendisinden para ister. Samimi dostu onu hiç kırmaz ve elindeki bütün parayı arkadaşına verir.

Arkadaşı bu parayla işlerini düzeltir.

Bir süre sonra kurnaz olan yine arkadaşının yanına gider ve

arkadaşının evlenmek üzere olduğu nişanlısını çok beğendiğini ve kendisine vermesini ister.



Arkadaşı çok şaşırır, ne diyeceğini bilemez.

Fakat aralarında o kadar kuvvetli bir sevgi vardır ki arkadaşına hayır diyemez, nişanlısını arkadaşına verir.

Zaman içinde Saf olanın işleri bozulur

ve birden arkadaşı aklına gelir...

(ben ona sıkıştığında iyilik yapmıştım diyerek)

arkadaşının iş yerine gider ve kendisine çalışması için iş vermesini ister.

Arkadaşı ona iş vermez. Bizimki pişmanlık ve üzüntü içinde geri döner ama yine de arkadaşına kızamaz.

Bir gün sokakta dolaşırken yanına hasta ve yaşlı bir adam yaklaşır fakir olduğu için ilaç alamadığını söyler.

Bizimki yaşlı adamcağıza acır, istediği ilaçları alır ve adamcağıza verir.

Kısa bir süre sonra yaşlı adamın öldüğünü duyar.

Yaşlı adam çok zengindir ve bütün mirasını kendisine bırakmıştır.

Saf adam artık zengindir.

Biraz da sevdiği dostuna olan kırgınlığıyla dostunun iş yerinin karşısında bir ev alır ve oraya yerleşir.

Bir gün evinin kapısını dilenci bir kadın çalar. Yaşlı kadın çok aç olduğunu, kendisine yemek vermesini ister.

Bizim saf hiç düşünmeden kadını içeri alır karnını doyurur,

Kimsesi olmadığını öğrendiği kadına ; kendisinin de yalnız olduğunu söyler ve bu evde birlikte yaşayalım sen evin işlerini ve yemekleri yaparsın der,

yaşlı kadın hiç düşünmeden kabul eder.

Bir süre sonra yaşlı kadın bizimkine, kendine uygun bir kız bulup evlenmesini söyler,

Bizimki böyle bir kıza nasıl ulaşacağını, kendisinin tanıdığı

Olmadığını söyler.

yaşlı kadın ona uygun bir kız tanıdığını ve kendisiyle

görüştürebileceğini söyler.

Görüşmeler sonucunda evlenmeye karar verilir ve düğün davetiyeleri basılır.

Bizimkisi kırgın olduğu halde çok samimi dostunu yine de unutamamıştır

...

Biraz da geldiği konumu görmesi açısından samimi arkadaşına da

davetiye gönderir.

Düğün günü gelir çatar . Saf adam düğün salonunda bir şeyler söylemek isteğiyle mikrofonu alır ve başlar yaşadıklarını anlatmaya Eskiden çok sevdiğim bir dostum vardı . Bir gün işleri bozulunca benden borç para istedi elimdeki bütün parayı verdim. Evlenmek üzere olduğum nişanlımı çok beğendiğini söyleyerek benden istedi.

Çok üzülerek onu da kendisine verdim . Çünkü biz gerçek dosttuk onun üzülmesini istemedim.

İşlerim bozulduğunda onun fabrikasına gittim ve çalışmak için

kendisinden iş istedim. Bana iş vermedi.

Çok üzüldüm, ama yine de arkadaşıma kızmadım çünkü biz gerçek dosttuk.

Bu konuşma üzerine kurnaz olan arkadaşı daha fazla dayanamaz

mikrofonu eline alır ve başlar konuşmaya;

Benim de bir zamanlar çok sevdiğim bir dostum vardı. İşlerim

bozulduğunda kendisinden para istedim, bütün parasını bana verdi. Sonra ondan nişanlısını istedim, üzülerek

nişanlısını da verdi .

Nişanlısını istememin nedeni o kadının arkadaşıma layık olmamasıydı .

(Hayat kadınıydı ) Kendisi çok saf olduğu için arkadaşımı o kadından bu şekilde kurtardım.

İşleri bozulduğunda gelip benden iş istedi,

Arkadaşımı kendi emrimde çalıştıramazdım, o yüzden iş vermedim

Günün birinde karşılaştığı yaşlı adam benim babamdı.

Babam ölmek üzereydi, onu arkadaşımın yanına ben gönderdim ve mirasını ona ben bıraktırdım.

Evine gelen dilenci kadın benim annemdi

Ona bakıp iyi yaşamasını sağlamak için gönderdim.

Şu anda evlenmekte olduğu kişi de benim kız kardeşim.

Onu arkadaşımla evlenmesine ben ikna ettim Herşey senin içindi...



İnsan dostu için yaptıklarını mecbur kalmadıkça açıklamaz..

Tüm yakınlık duyduklarınıza bir de bu gözle bakın...

Siz farketmeden sizin için kimbilir neler yaptılar. [sadece sizin için]
2008-03-06
MEHTAP DANIŞIR
mehtapdanisir@mynet.com

bugün bana yarın sana
Hayatımızda bize verilen işleri mahiyeti ne olursa olsun nasıl yapıyoruz ? kendi işimiz gibi mi? Yoksa baştan sağma mı ? hayatta hangi işi yaparsak yapalım eğer kendi işimiz gibi yapmazsak o zaman sadece kendimizi kandırmış oluruz. İşte aşağıdaki küçük hikaye gibi…

Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. İşveren müteahhidine, çalıştığı konut yapım işinden ayrılarak eşi ve büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yaşam sürmek tasarısından söz etti. Çekle aldığı ücretini elbette özleyecekti. Ne var ki emekli olması gerekiyordu.

Müteahhit, iyi işçisinin ayrılmasına üzüldü ve ondan, kendine bir iyilik olarak, son bir ev yapmasını rica etti. marangoz, kabul etti ve işe girişti, fakat gönlünün yaptığı işte olmadığını görmek pek kolaydı. Baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini adamış olduğu mesleğine böyle son vermek ne büyük talihsizlikti!...

İşini bitirdiğinde işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı. "Bu ev senin" dedi, "Sana benden hediye" . Marangoz, şoka girdi. Ne kadar utanmıştı! Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O zaman böyle yapar mıydı hiç! Bizim için de bu böyledir. Gün be gün kendi hayatımızı kurarız. Çoğu zaman da, yaptığımız işe elimizden gelenden daha azını koyarız. Sonra da, şoka girerek, kendi kurduğumuz bu hayat evinde yaşayacağımızı anlarız. Eğer tekrar yapabilsek, çok daha farklı yaparız. Ne var ki, geriye dönemeyiz. Marangoz sizsiniz.

Her gün bir çivi çakar, bir tahta koyar ya da bir duvar dikersiniz. "Hayat bir kendin yap, tasarımıdır" demiştir biri. Bugün yaptığınız davranışlar ve seçimler, yarın yaşayacağınız dostlukları ve hayat evinizi kurar. Öyle ise onu akıllıca kurun.
2008-02-16
MEHTAP DANIŞIR
mehtapdanisir@mynet.com

kalbimi kıra kıra

Elbette kalplerini kırdığımız bir sürü arkadaşımız eşimiz dostumuz vardır belki sonrasında pişman olup gönüllerini aldık onların ama kırılan kalp ne kadar parçasını topladı acaba bize karşı belki bir kısmını topladı ama ya dağılan hatta tuz buz olan parçalar ……………… kalp kırmak lise cağlarında bir delikanlı varmış. sürekli arkadaşlarıyla kavga yapıp onların kalbini kırarmış. babası bu durumdan çok rahatsızdır. oğluna; - "bak oğlum sen cok kavga yapıyosun. bu kapı senin arkadaşlarının kalbi ve sana hatanı anlamak için her kavga yapısında bu kapıya bir çivi çak. bunu bir ay sürdür bakalım ne kadar geçimsiz olduğunu anlayacaksın" der. oğlu biraz gönülsüz bir tavırla "tamam baba der. çocuk artık her kavga yapısında, her kalp kırışında o kapıya bir çivi çakar. kapıda artık bir sürü çivi olur. çok geçmeden hatasının farkına varır ve artıik kavga yapmamaya, kalp kırmamaya karar verir. bu durumu babasına açar. babası da ona şöyle der; - "aferin oğlum. ama şimdi de geçmiş hatalarını telafi etme zamanı. bu kalbini kırdığın arkadaşlarının hepsinin gönlünü alacaksin" der. ve ekler. - ve seni affeden her arkadaşın için de bu kapıdan bir çivi sökeceksin. çocuk kabul eder ve tek tek arkadaşlarının gönlünü almaya çalışır. zamanla arkadaşlarının hepsinden özür diler ve gönüllerini alır. her biri için de kapıdan bir çivi söker. artık kapıda hiç çivi kalmamıştır. babasına der ki; - "bak babacım senin bana dediğini yaptım. her barıştığım arkadaşım için de bir çivi söktüm" babası da bunun üzerine der ki; - aferin oğlum sen arkadaşlarının gönüllerini aldın. kapıda hiç çivi kalmadı. ama kapıda halen o çivilerin izi var. arkadaşlarının kalbi de şuan sana karşı böyle biliyor musun...

2007-11-30
MEHTAP DANIŞIR
mehtapdanisir@mynet.com

AFFET BENİ BABACIĞIM
Hiç düşündünüz mü acaba anne ve babalarımız bizim için ne kadar değerli . onlar yıllar boyunca bizim bütün sıkıntılarımızı çeker belki 1 belki 3 belki 5 belki de daha fazla çocuğa seslerini bile çıkarmadan nasıl da bakarlar. Sırası gelir kendileri yemez,içmez,giymez gezip dolaşmaz ama çocuklarına yani bizlere verirler neleri var neleri yoksa ve birgün biz büyürüz kendi ayaklarımızın üstüne basar hale gelince artık ihtiyacımız kalmaz onlara artık onların bize ihtiyaçları vardır. Ama biz hayata belki de hırslarımıza öylesine kapılmış oluruz ki ………………… Affet Babacığım.. Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve "Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak" diyerek rest çekti... Eşini kaybetmeyi göze alamazdı. Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hâlâ onu ölürcesine seviyordu. Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını. Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak,böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı. Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can, "Baba bende seninle gelmek istiyorum" diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular. Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik Can, sürekli babasına "Baba nereye gidiyoruz ?" diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu. Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi. Sonra diğer malzemeleri taşıdı en son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi. Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı. Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü. Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti, içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu. Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü. Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve Can'ın elini tutup hızla barakayı terk etti. Arabaya bindiler. Can yola çıktıklarında ağlamaya başladı, neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu. Can: "Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?" diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında "Beni affet baba." diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Oğlu: "Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım için beni affet!" diye hatasını belli ediyordu...Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu..."Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum
2008-01-21
MEHTAP DANIŞIR
mehtapdanisir@mynet.com

AKIL AKILDAN ÜSTÜNDÜR

Akıl akıldan üstündür Bazen hepimiz yaparız çok akıllı olduğumuzu düşünürüz insanları deneriz ama unuttuğumuz küçük bir ayrıntı yüzünden bazen iddia ettiğimiz konuyu daha da kötü hale getirebiliriz. Bakın aşağıda kendini zeki sanan bir avukat neye sebep olmuş. Mahkemede bir cinayet davası görülüyordu. Adamın katil olduğu hemen hemen kesindi, bunu gören davalı avukatının aklına bir bir şeytanlık geldi. “Bayanlar baylar. Hepinize bir sürprizim var” diyerek saatine baktı. “tam bir dakika sonra, müvekkilim tarafından öldürüldüğü iddia edilen kişi bu mahkeme salonundan içeri girecek.” Bunun üzerine hakim, seyirciler, bütün kafalar mahkeme salonunun kapısına döndü. 1 dakika geçti ve hiçbir şey olmadı. Bunun ardından avukat: “Bakın “ dedi. “Ortaya bu iddiayı attım ve hepiniz heyecan içinde kapıya bakıp 1 dakika boyunca beklediniz. Bu gösteriyor ki gerçekten ortada bir ölü olduğuna ve dolayısıyla müvekkilimin katil olduğuna sizler tamamiyle inanmış değilsiniz” Ve bu sözün ardından hakim kararını açıkladı ve adamı suçlu buldu. Avukat şok içinde: “Ama nasıl olur??? Az önceki gösteriden hepiniz etkilendiniz hepinizin kapıya baktığını gördüm!!!” Hakim: “Evet doğru hepimiz baktık.”dedi. “ama müvekkiliniz bakmadı.”

 
  Bugün 1 ziyaretçi (22 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol